Abstract
Temel İslam Bilimlerinde kadın araştırmaları konusu, oldukça yenidir. İslâm’ın ilk döneminde aktif bir şekilde sahada olan kadınlar, sonraki yüzyıllarda geriye itilmişlerdir. Bunun hem erkeklere hem de kadınlara bakan iki yönü vardır. Tasavvuf tarihinde de kadınlar etkili bir konuma ve öneme sahiplerdi. Hadice, Aişe, Ümmü Seleme, Fatıma, Zeynep, Rabia gibi zâhide sahabiyye ve tabiiyye kadınlar mescid-i Nebevî’nin müdavimiydiler. Tezkirelerde makamından söz edilen başkaca birçok kadın âlime, fakihe,aârife vardır. Ancak zühd döneminden sonra fakiheler ve zâhidelerden söz eden metinler giderek azalmaktadır. Bu dönemde sûfî müellif Sülemî gibi istisnalar dışında kadın âlime ve ârifelerden söz eden yazar neredeyse yoktur. Tezkireler, menakıbnâmeler dışında âlime/ârife kadınların söz ve kerametlerinden (üstünlüklerinden) bahseden başkaca eserler günümüze ulaşmamıştır. Gözler, kadınların varlığına adeta yumulmuş gibidir. Ciltler dolusu fıkıh, kelam, hadis, tefsir kitapları yazıp bir tek kadın müfessir veya kadın sûfiyeden bahsetmeyen eserler İslam’ın zühd asrından sonraki dönemlere aittir. Halbuki İslam tarihinde gerilere gidildikçe kadınların daha aktif ve etkin olduklarını görmekteyiz. Örneğin Zünnûn-i Mısrî, Şâm’da altı beyitte sûfîlerin özelliğini sayan Fâtıma-i Nişâbûrî’ye hayran kaldığını belirtmiştir. Sülemî yüzlerce kadın sûfiyenin biyografisini vermiştir. Muhammed el-Kelâbâzî, tasavvufa dair meşhur kitabını, yine bir kadın sûfîyenin sözleriyle sonlandırmıştır.